12 Ağustos 2013 Pazartesi

Rüya Teknikleri

İstihare tekniği


İstihare tekniği, iyi bir niyetle gelecekten bilgi almaya, bilinmeyen bir şeyi öğrenmeye, niyet edilen veya girişilecek veya başlanacak bir işin faydalı olup olmadığını anlamaya, önemli bir kararı uygulamadan önce ilahî makamlara danışmaya yönelik amaçlarla haberci rüya görmeyi duayla talep etmedir. Osmanlıca’daki istihare terimi eski Yunanca’da egkoimêsis ve Latince’de ise tapınağın en kutsal yerinde uyumak anlamındaki incubare fiilinden gelen incubatio Tapınak Uykusu terimiyle anlatılır.
İstihare teknikleri kültürden kültüre değişiklikler gösterir. İstihare ya da enkübasyon (inkübasyon) yönteminin en eski uygulamaları Sümerler (M.Ö. 3000) ve Eski Mısırlılar’da (M.Ö. 2500) görülür. Bu uygarlıklarda rüya, ilahlar tarafından gönderilen bir mesaj olarak kabul edilirdi. Arkaik Yunan’da istiharenin özellikle mağaralarda yapıldığı görülmektedir. Amphiaraos ve Trophonios mağaraları buna örnek olarak gösterilebilir. Bu tür uygulamalar sonradan, M.Ö. V. yy.’dan itibaren Epidaure ve Argolide’de görüldüğü gibi, Asclepios kültünün bir parçası olacak şekilde tapınak içerisine çekilmiş olmalıdır. Bu uygulamalar özellikle Asclepios tapınaklarında yapılırdı ve amaç bazen haberci rüya görmek, bazen de şifa bulmaktı. İlah Asclepios haberci rüyada sakallı bir insan, köpek ya da sembollerinden biri olan yılan kılığında görünebilirdi. (Bergama’daki asklepion’un giriş kısmındaki kare biçimli meydanın ortasında yer alan taşın üzerinde Asclepios’un sembolü olarak iki yılan ve bir daire kabartması bulunur.) İstihareye yatanın rüyası ile rahibin rüyasının çakışma hali sumptôma terimiyle belirtilirdi. İlah Asclepios’un rüyada görünmesine onar, uyanık haldeyken görülen vizyonda belirmesine ise upar olarak adlandırılırdı.
İstihare uygulamalarının yapıldığı yer bir tapınak olabildiği gibi mağara, pınar, kuyu veya kutsal bir yer de olabilmekteydi. İstihare Roma uygarlığında da uygulanmıştır. Aşağı Akdeniz havzasında istihare uygulamalarının yapıldığı, Asclepius’a (Yunan ilahı Asclepios’un Roma mitolojisindeki karşılığı) adanmış yaklaşık 400 tapınak saptanmıştır. Epidaurus, Bergama ve Roma’daki tapınaklarda yapılan uygulamalarda adakların da sunulduğu görülmektedir. İstihare Sufizm’de ve sonradan bazı Hıristiyan tarikatlerinde de benimsenmiş olup, halen bazı Yunan manastırlarında uygulanmaktadır.
İstihare Asya ve Amerika kültürlerinde de uygulanmıştır. Japonya’da istihare rüyalarıyla ünlü üç tapınak Ishiyamedera (Biwa Gölü yakınında), Hasedura (Nara’nın güneyinde) ve Kiyonizudera’dır(Kyōto’da). İstihare uygulamasına Orta Amerika, Kuzey Afrika, Avustralya, Bırneo, Çin, Hindistan ve İran’da da rastlanır. Bu tür uygulamalara aslında, yaygınlık derecesi ve uygulama biçimi değişiklik göstermekle birlikte, dünyanın hemen hemen her yerinde rastlanmaktadır. Tapınak dikilitaşları ve yazıtları bize istihare uygulamasının değişimleri hakkında değerli bilgiler sunmaktadır. Yazıtlardan bazılarında hastaya hangi ilaçların alınması gerektiğini bildiren rüyalardan ve rüya görüldüğü sırada meydana gelen mucizevi şifa bulmalardan söz edilmektedir.
İslam’da istihare şifa bulmak amacından ziyade, belirli bir meseleye cevap elde etmek üzere yapılır ve istihareye yatmadan önce ezberlenmiş bir dua okunur. Sufizm’de haberci rüyalar yoluyla bilgi edinmeye keşf-i muhayyel adı verilir. Bir meseleye yanıt bulmak üzere başvurulan istihare yönteminde, rüya görmenin yeterli olmadığı, görülen rüyanın hatırlanmasının, bir haberci rüya olup olmadığının saptanmasının ve haberci bir rüya sözkonusuysa bu rüyadaki sembollerin çözülmesinin önem taşıdığı belirtilir. Kişinin, gördüğü birkaç haberci rüyasındaki sembolleri çözmesi, sonradan göreceği haberci rüyalarını çözümlemesinde ya da yorumlamasında, kendisine büyük kolaylık sağlar. Çünkü bazı semboller sonraki rüyalarında da tekrarlanacaktır. Böylece, kişi “rüya alfabesi”nin harfleri olan sembollerin anlamlarını çözmeyi başardıkça, “bireysel rüya sembolleri alfabesi”ni ya da “bireysel rüya dili”ni keşfetme yolunda ilerleme kaydedecektir.



Şaman ve lama teknikleri


Şaman ve lama teknikleri, Sibirya halklarındaki en yaygın inanışlardan birisidir, beden yaşamının ruha bağlı olmasıdır. İnanışa göre, uyku sırasında ruhun bedenle olan bağı gevşediği için ikinci canın bedeni terketmesiyle rüya meydana gelir. Bu canın bedendeki yokluğu uyuyan kimsenin aniden uyandırılmaması şartıyla tehlikeli bir hal değildir. Xant-Mansi halkı bebeğin bu canı çok uzaklara gitmesin diye beşiğin üzerine Orman tavuğugiller familyasından bir kuş resmi yaparlar. Bu can, bedeni tümü ile terk ederse ölüm kaçınılmaz olur, canını geri getirip o kimseyi canlı tutmak ancak şamanların yapabileceği bir iştir. Bu canın bedenden uzaklaşması yalnızca rüya sırasında değil, sarhoşluk ve özellikle zihinsel hastalıklar sırasında da sözkonusu olmakta. Şamanlar ise bu tür gezintileri bilinçli halde yapabilirler.
Asya şamanlarında ise bazı rüya türleri inisiyasyon kapsamında ele alınmakta. Bu tarz rüyalarda ilahî varlıklarla ya da hami varlıklarla iletişim kurması sözkonusu olmakta. Sibirya ve Orta Asya şamanizminde sırra (mister) erme denilen deneyimi ancak gereken hazırlık eğitimini almış şaman adayları geçirebilir ki, bu hazırlık eğitimi de ancak, dalgınlık, olup bitene ilgisizlik, birtakım nöbetlere tutulma gibi ön belirtiler gösteren adaylar arasından, bir “iç çağrısı alma” ve mağaralarda haberci rüyalar görüp hami-rehber varlıklarıyla irtibata geçme gibi ilâhî “seçilme” belirtileri göstermiş olana verilmekte. Hangi yöntemle seçilirse seçilsin, her şaman adayı iki ayrı alanı kapsayan bir inisiyatik eğitimden geçtikten sonra şaman olabilir. Bunlardan biri vecd, trans ve rüyalar alanındaki eğitimdir. Diğeri geleneksel eğitimdir. Eğitimi yaşlı şaman üstadların yanı sıra, bedensiz varlıkların da üstlendiği belirtilir. Bedensiz varlıkların yaptırdığı eğitim rüyalar tarzında hatırlanır. Şaman adayının kendisinde önceleri bir kriz gibi beliren trans hali üzerinde denetim kurmasını sağlayan ve kendisini toplum nazarında sıradan bir nevrozlu olmaktan çıkaran şey, aldığı bu inisiyatik eğitimdir.
Şamanın transı kendine özgüdür; şamanik trans, gözlemlenen psikosomatik fenomenler bakımından diğer trans türlerinden ayrılmakta, şaman trans sırasında diğer trans türlerinin aksine şuurunu kaybetmez ve posede duruma geçmez.
Şamanik Bon ya da Bön dininin etkisinde oluşan Tibet Budizminde ya da Lamaizm’de uygulamalarını da içeren bir teknik, Batı’da “rüya yogası” adıyla bilinmektedir. Rüya yogası ya da Tibet dilindeki adıyla Milam trans kapsamında kapsamında ele alınan tantrik süreç ve teknikleri içerir. Tibet terimleriyle belirtmek gerekirse, Dzogchen (kemal yolu) silsilesinin (Nyingmapa, Ngagpa, Mahasiddha, Kagyu ve Bönpo) Mantrayana’ya bağlı tantrik sadhana’sının ileri bir aşamasıdır. Dzogchen kısaca Tibet Budizminde ruhsal uyanışa götüren ezoterik nakillere dayalı bir eğitim ve teknikler sistemidir.
Fiziksel beden ölümü ile ruhun yeniden bedenlenmesi (reenkarnasyon) arasındaki araya ve bu aradaki şuur hallerine Tibet dilinde bardo, meditasyon sırasındaki şuur haline tingezin denir. Milam bardo ise rüya sırasındaki şuur halidir.
Günümüzdeki Dzogchen öğretmenleri Namkhai Norbu, Lopön Tenzin Namdak ve Tenzin Wangyal “rüya yogası” felsefesini şöyle açıklar;
Algıladığımız gerçeklik (realite) ve olgular âlemi aslında gerçek değildir, daha doğrusu bir illüzyondan, bir rüyadan, bir hayalden, bir düşünce formundan ibarettir. Olguların tüm görünümleri bir rüya, bir düşünce formudur. Rüya yogasında dünyadaki yaşam rüya kabul edilir, rüya ise gerçek yaşam kabul edilir. Öldükten sonra yaşayacaklarımız şimdiki rüyalarımıza benzer. Bardo halinden çıkan kimse, yeni bir karmik illüzyonla yeniden dünyada doğar. Milam yolundaki ilk hedef, rüyasında şuurlu olabilmektir. İşte, kendisini rüyasında şuurlu hale gelebilmeyi olağan bir yeteneği durumuna getirecek kadar geliştirmiş kimseye her şeyin kapıları açılır, o kimse sadhanayı uygulayabilir, inisiyasyondan geçebilir, öte âlem denilen âlemde yüksek planlara düzey, ortam çıkabilir ve oradaki varlıklarla iletişim kurarak onlardan bilgiler alabilir.

Senoi tekniği

Senoi tekniği, 1930’lu yıllarda keşfedilen Senoi halkı Malezya’nın tropikal ormanlara sahip dağlık bir yarımadasında yaşayan, nüfusları 12.000-18.000 arasında olan, Avustralya Aborjinleri’ne benzeyen, siyah tenli, kısa boylu, modern yaşam anlayışının ilkel olarak nitelendirebileceği bir yerli topluluğudur. Tüm bireylerinin huzur içinde yaşadığı, yiyecek ve toprağın paylaşıldığı bu topluluğun mutluluğu antropolog ve psikologların gözünden kaçmamış ve incelemeler sonucunda toplululuğun, mutluluğunu lüsid rüyalara borçlu olduğu anlaşılmıştır. Araştırmacılar Senoi halkının sergilediği psikolojik olgunluk ve dengeyi lüsid rüya ustaları olmalarına bağlamıştır.
Senoi’larda lüsid rüya eğitimi daha çocukluk çağından başlamaktadır. Çocuklar konuşmayı öğrenir öğrenmez, aileleri onları rüyalarında gördüklerini anlatmaya teşvik etmekte ve onlara rüyaları denetleme yöntemleri öğretmektedir. Örnek olarak yırtıcı hayvanlar veya ürkütücü canavarlar tarafından saldırıya uğrayan çocuklara, uyandıklarında tekrar uykuya dalarak kendisine saldıranlarla ölesiye savaşmaları telkin edilir. Kimi psikologlara göre, hasmı yenmek bilinçte pozitif bir enerji yaratmakta ve aynı zamanda genç Senoi, güçlükler karşısında yılmamayı, yaşamın sorunları karşısında küçülmemeyi ve korkulacak tek şeyin aslında korkunun kendisi olduğunu öğrenmektedir. Senoi rüya tekniğinde aynı zamanda tatmine, zevklerin uçmak, güzellikleri seyretmek, cinsellik vs. olabildiğince yoğun bir biçimde deneyimlenmesine de yer verilir.
Senoi’lar üzerinde yapılan ilk araştırmalar 1950’li yıllarda ABD’li psikolog Kilton Stewart tarafından yapılmış ve Stewart, Senoi tekniğini örnek alarak Herbert Noone’un da yardımıyla, rüya denetimi ve manipülasyonu yoluyla ruhsal gelişmeyi amaçlayan bir teknik geliştirmiştir. Daha sonra Patricia Garfield tarafından biraz daha geliştirilip modernize edilen bu teknik, Stewart-Garfield şartlandırma yöntemi olarak bilinmektedir. Garfield’a göre rüyalar psişizmi düzenleme işlevini gördüğünden, rüyalar önceden belirlenmiş bir yöne sevkedilebilirse parazit nevrozları ortadan kalkacak ve psikolojik bakımdan, istenildiği gibi işlenmeye hazır, verimli bir alan elde edilebilecek, potansiyeller geliştirilebilecek ve derin bir denge hali sağlanabilecektir.
Stewart-Garfield yöntemi lüsid rüyada uygulanması gerekmekte olan şu üç kurala dayanmaktadır:
  1. Tehlikeden kaçmayıp, ona meydan okumak ve tehlikeyi yaratan düşmanı yenmek. (Fakat düşmanı öldürmek yerine, ona boyun eğdirmek ve daha sonra onu bir müttefik haline getirmek tavsiye edilir.)
  2. Zevk almaya çalışmak ve zevklere tatmin elde edilene dek dalmak.
  3. Rüyadaki her türlü durumdan olumlu bir sonuç elde etmek. (Örneğin bir düşme sözkonusuysa bunu uçarak yükselmeye dönüştürmeli, mağlup edilen hasma bir hediye sunmalıdır.)

Yıldızlar

Güneş
Güneş yapısı itibariyle evrendeki en parlak yıldızdır.Güneş sisteminin merkezi ve tüm horoskopların yöneticisidir. Güneşin gücü yaşam kaynağı olmasından kaynaklanır. Güneş çok önemli unsurları yönetir. Bunlar kısaca gurur,kararlılık, kalp, zindelik, sağlık ve motivasyondur. Güneş egoyu simgeler. Kendinizi nasıl algıladığınızı,nasıl anlamlandırdığınızı ve kendinize olan saygınızı yönetir. Bu gezegen ayrıca çevrenizde insanlar üzerinde yarattığınız izlenimi de simgeler. Erkeksi bir gücü ve aynı zamanda da otoriteyi simgeler.

Güneş ışık saçar, çevresini aydınlatır ve enerji verir. Toplum içindeki statü ve yerinizi yönetir.Eğer Güneş Jüpiter ile bir etkileşim içerisindeyse, Jüpiterin simgelediği iyilik daha da ön plana çıkacaktır. Böylece Jupiter dünyaya iyilik, zenginlik ve güzelliğini daha güçlü bir şekilde yansıtacaktır. Güneş, zodyağın 12 burcunun çevresini 1 senede dolaşır. Güneş kalbi temsil ettiği kadar kalbin de koruyucusudur. Aslan burcunun yöneticisi konumundadır.

Güneş, kova burcunda güçsüz, terazi burcunda zayıftır.Olumlu yönleri, yaratıcılık, şefkat, yumuşak yüreklilik, cömertlik, olgunluk ve organizatörlüktür. Olumsuz yönleri ise kibirlilik, zorbalık,savurganlık ve lükse düşkünlüktür.

Ay
Ay, derin hisleri, önsezi, içgüdü ve tepkileri yönetir. İkili ilişkiler, ev hayatı ve duygusal bağlarla ilgili her şey ayın etkisi altındadır. Ay dişiliği ve annelik içgüdülerini simgeler ve hayatınızda yer tutan önemli kadınları etkilemektedir. Bu örneğin anneniz olabilir.

Güneşle ay temsil ettikleri noktalar bakımından zıt gibidir. Ay geçmişi ve geçmişle ilgili bir çok şeyi etkilerken, güneş geleceğiniz ve geleceğe dair olayları etkiler. Ay duygusal hayatınızı ve gelişiminizi baştan aşağıya etkiler. Duygularınıza dair bazı detayları keşfetmeniz diğer gezegenlerin ayla olan ilişkisiyle meydana çıkar. Ay sağlıkla ilgili birçok şeyi ifade eder. Dişiliğin simgesi olduğu için kadınlarda sağlıkla ilgili konularda önemli detaylara ulaşmak mümkündür."Ay yengeç burcunu,mide,göğüs ve gece ışığını yönetir. Zodyak çevresindeki turunu 28 günde tamamlar. Her burçta ortalama 2-3 gün kadar kalır.

Yıldız haritanızda yeni ayın düştüğü yerler, yeni başlangıçlar için uygun alanları temsil eder.Dolunayın yıldız haritanızda düştüğü yerler ise çeşitli sonuçlanmaları temsil eden alandır.

Ay, yengeç burcunun yöneticisidir. Boğada yükselir. Oğlakta ise düşük konumdadır. Ayın olumlu yönleri hassasiyet, anlayış, kuvvetli hafıza, sabır, sezgiler, evcimenlik ve aileye düşkünlüktür. Olumsuz etkiler ise duygusal rahatsızlıklar, güvenilmezlik, geçmişe bağımlılık ve zihinsel kusurlar olarak sıralanabilir.

Merkür
Merkür bilgi, iletişim ve haberciliği simgeler.Akılcı ve tarafsız düşünmeyi temsil eder. Merkür'ün konumu insanların düşünce,entelektüellik ve zeka seviyesini belirlemektedir. Ayrıca Merkür bilgiyi algılama, dağıtma, dil ve yazı yetenekleri, akıcı ve güzel konuşma, araştırma, öğrenme ve bilgilenme konularını yönetir. Bilginin aktarılması ile ilgili konular, telekomünikasyon ,bilgisayar, yazılım, donanım ve ulaşım konularını da yönetmektedir.

Bu gezegenin önemli etkileri vardır, özellikle gerilediği zaman sosyal hayatta karmaşa yaratır. Merkür etkisini hayatın her alanında hissettirmektedir. Özellikle önemli kararlar verirken, yazılı anlaşmalar yaparken ve çeşitli bilgi konularında derinleşirken bu gezegenin etkisi fazlasıyla önemlidir. Merkür bilgiye sahip olmak ve hakim olmayı da özellikle temsil eder. Merkür'ün diğer yönettiği konular ise kardeşlerle olan ilişkiler, seyahat programları, reklamcılık, yayıncılık , satış ve halkla ilişkiler olarak sıralanabilir.

Merkür, İkizler ve Başak burçlarını yönetir. Başak burcunda güçlü fakat balık burcunda güçsüz konumdadır. Kova burcunda yükselir. Bu gezegenin olumlu yönleri iyi yargılama, anlayış, beceriklilik ve güzel konuşmadır. Olumsuz yönleri ise kararsızlık,tenkitçilik, kontrolsüzlük, alaycılık ve zihinsel gerginliktir.Bir burçta 10 hafta kaldığı da görülmektedir. Güneşe yakın bir konumdadır . Zodyak' taki turunu 1 senede tamamlamaktadır.

Elementler


Burçlar çeşitli şekillerde gruplanmışlardır. Bu gruplamalardan bir tanesi ve en önemlisi de 4 ana elemente göre gruplamadır. Bunlar ateş, toprak, su ve hava olarak nitelendirilebilir. Her elemente bağlı 3 adet burç bulunur.

Ateş Grubu Burçlar :Koç,AslanveYaydır.
Toprak Grubu Burçlar :Boğa,BaşakveOğlaktır.
Hava Grubu Burçlar :İkizler,TeraziveKovadır.
Su Grubu Burçlar :Yengeç,AkrepveBalıktır.

Daha fazla detay için grup seçiniz.

Astroloji ve İslam


Kur'an-ı Kerim'den alınan bu ayetler, İslam'ın Kutsal Kitabı'nda göklere ve genelde semavi fenomenlere yapılan çok sayıdaki göndermeler arasından yalnızca birkaç tanesidir.


Astroloji tarih içinde, adı farklı şekillerde anılmış bir gelecek bilme yöntemi olarak kabaca iyi ya da kötü hayatımızda yer işgal etmiş. Geleceğe bakış açısından, geleneksel yapısı itibari ile yasak, sakınca bulunan kültürler Astroloji’yi değerlendirirken de, kullanırken de zorluk, gizem, gizlilik yaşamışlar. Pek çok bilgi saklanmış, unutulmuş, ertelenmiş veya değiştirilmiş. Kültürümüz içinde neredeyse yasaklı konuma getirilmiş Astroloji konusunda Prof. Seyyid Hüseyin Nasr’ın çok önemli araştırmaları vardır.
Prof. Seyyid Hüseyin Nasr İranlı bir yazar, akademisyen ve İslam düşünürü. Yüksek öğrenimini 1954'te Massachusetts teknoloji enstitüsünde fizik dalında bitirmiş ve 1956'da jeofizik alanında yüksek lisans, 1958 yılında bilim tarihi alanında doktora yapmış. 1958 yılında İran'a döndükten sonra, Tahran Üniversitesi'nde felsefe ve bilim tarihi profesörlüğünde bulunmuş. 1962-1965 yılları arasında Harvard Üniversite'nde bilim tarihi dersleri verdikten sonra,1972 yılında Tahran Üniversitesi rektörlüğüne getirilmiş. Ancak İran İslam devrimi sonrası ABD’ye temelli giden Nasr, pek çok üniversitede öğretim görevlisi olarak bulunmuş. İslam, felsefe, karşılaştırmalı din ve çevre konuları araştırma konuları arasındadır. Aşağıda okuyacağınız yazı bize bunca yıllık araştırmaya adanmış bir yaşamın içinden sızmış küçük bir pınardır sadece..
Nasr diyor ki ;
"Kara ve denizin karanlıklarında kendileriyle yol bulasınız diye
sizin için yıldızları yaratan O'dur." VI:97
"Ne güneşe, aya erişmek düşer ne de geceye
gündüzü geçmek. Hepsi bir felekte yüzerler." XXXVI:39
"Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün
birbiri ardınca gelmesinde... düşünen kimseler için
-Allah'ın kudretine dair- ayetler vardır." II:164
"Yerde olanların hepsini sizin için yaratan O'dur. Sonra göğe
doğru yönelmiş ve onu yedi gök olarak düzenlemiştir." II:29
"Göğü korunmuş bir tavan kıldık. Oysa onlar,
bunlardaki delillerden yüz çeviriyorlar." XXI:32
"Ve yıldızlar sönüp düştüğü zaman
ve dağlar yürüdüğü zaman..." LXXXI:1-3
Kur'an-ı Kerim'den alınan bu ayetler, İslam'ın Kutsal Kitabı'nda göklere ve genelde semavi fenomenlere yapılan çok sayıdaki göndermeler arasından yalnızca birkaç tanesidir. İnsanlığın bu devresindeki son din olarak İslam aynı zamanda asli anlamda primordiyal geleneğe (ed-din el-hanif) bir dönüştür. Bu temel hakikat tabii olarak Kur'an-ı Kerim'de ifadesini bulmaktadır; kitabın bir çok ayetleri "kainat kitabı" veya bakir tabiattan başka bir şey olmayan primordiyal vahye bir dönüşe işaret etmektedir. Bu "Kitab'ın göstergeleri" (ayet) Kur'an-ı Kerim'in sayfalarında bir kez daha aşikar hale gelmektedir. Bu yüzden bir yandan insanla öte yandan saf prensipler alanıyla ilgili olan ayetleri tamamlamak üzere sürekli kainata göndermelerde bulunmuştur. Zaten Müslümanlar kâinata "Tekvini Kur'an" ( el-Kur'an et-Tekvini) Kur'an-ı Kerim'in ise "Tedvini Kur'an" (el-Kur'an et-Tedvini) olduğunu söylerler.
Kendisi de primordiyal vahyin doğrudan bir yansıması olan Vedalar'ın mümkün istisnası dışında, çeşitli geleneklerin kutsal metinlerinden hiçbiri Allah'ın tabii düzende tezahür eden ayetlerinden Kur'an-ı Kerim'in söz ettiği kadar sık söz etmez. Dahası Kur'an'ın tabiata ilişkin göndermeleri çoğunlukla göklerle ilgilidir. İslam'ın en kutsal kaynağında yer alan ve yıldızların yardımıyla engin çöllerde dolaşan Arap göçebelerinin gökleri incelemeye duydukları tabii eğilimle birleşen bu mesaj, İslam medeniyetinin daha başlarında astronomiye güçlü bir yöneliş oluşturdu ve bu ilim ve yan dallarında bütün "akli ilimler" içinde özel bir yer kazandırdı; o kadar ki bu ilimlerin bazılarına karşı olan fakihler ve kelamcılar astronomiye itibar etti ve hatta onu yüksek bir mevkiye oturtacak kadar ileri gitti. Hiç kuşkusuz İslami ibadet şekillerinin ve özellikle beş vakit namazın kozmik boyutu da astronominin pratik önemini ümmet için odak noktaya çekmiştir.
Namaz vakitleri bir sene boyunca ibadetlerini yerine getiren samimi Müslümanların bulunduğu her coğrafi enlem ve boylam için zorunlu olarak hesaplanmıştır.; ayrıca namaz kılanların yüzlerini Mekke'ye dönerken duracakları yönünde, namazın ifa edildiği her yer için ayrı ayrı belirlenmesi gerekmektedir.
İşte bu sebepledir ki henüz bilinmeyen astronomlardan Biruni ve İbn'ül Heysem (Latin kaynaklarında Alhazen) gibi simalara kadar Müslümanlar Mekke'nin yönünü (kıble) bulmak için araçlar geliştirmişler ve yakın zamanlara kadar (hemen hemen çağdaş İranlı geleneksel matematikçi Serdar Kabuli'nin risalesinde görüldüğü üzre) kıblenin yönünü hesaplamayı kolaylaştıran yeni metodlar geliştirmeye çalışmışlardı. Böylece pratik dini ihtiyaç , astronomiyi Müslüman ilim adamlarının önde gelen uğraşlarından biri kılmak ve onlara geniş bir külliyat üretme imkanı vermek üzere Kur'an ve vahyinin mahiyetiyle alakalı metafizik temelli gerekçelere eklenmiş oldu; söz konusu külliyat o denli geniştir ki Doğu'da ve Batı'da yıllardır sürdürülen araştırmalara rağmen hala hepsi incelenebilmiş değildir.
Geleneksel İslami dekoru içinde astronomiye "ilm-el hey'eh", "ilm en-nücum" ya da "ilm el-felek" adı verilir ve bu ilim sabit yıldızlar ile gezegenlerin gözlenmesi, gezegenlerin hareketlerinin hesaplanması, astronomi araçlarının icat ve kullanımı ile ilgilenir hatta Aristo'yu izleyerek sadece ay-altı aleminde yol bulmuş kuyruklu yıldız ve göktaşı gibi fenomenleri incelemekle kalmayan Müslümanlar aynı zamanda "ilm el-mikat" denilen ibadet vakitlerin sabit şekilde tayini yanı sıra, İslam dünyasında astronominin bir dalı olarak anlaşılan kıblenin belirlenmesiyle ilgili ilimler geliştirmişlerdir.
Şunu da önemle belirtmek gerekir ki astronomia ve astrologia'nın geniş ölçüde birbirinin yerine ve neredeyse eşanlamlı olarak kullanıldığı Grekçe'de olduğu gibi Arapça ve Farşça'da da bu iki terim arasında belirgin bir fark bulunmuyordu; bazı filozofların astronomiyi matematiğin, astrolojiyi ise tabiat felsefesinin veya bazan da gizli ilimlerin (el-ulum el-hafiyye veya garibe) bir dalı olarak sınıflanmasına rağmen bu böyleydi. Mesela klasik metinlerde müneccim terimi geçtiği zaman astronomların mı astrologların mı kastedildiğini belirlemek zor olmaktadır. Çoğu durumlarda her iki anlamda kast edilmektedir.
Her ne kadar astronomiyi kabul edip astrolojiyi reddeden kimi otorite şahsiyetler bulunmakta idiyse de genel olarak bu ikisi birbirine karışmıştı ve bugün Batı'da bilim olarak kabul edilen astronomi ile sözde bilim sayılan astroloji arasında bulunan bıçak sırtı ayırım, İslam'da hiçbir zaman olmamıştır (Batı'daki bu ayrımın insanlık tarihinin en akılcı çağı olduğu söylenen bu döneminde, oldukça can sıkıcı bir sonucuna şahit oluyoruz; Batılılar bu sözde bilim denilen ilmi, astronominin kendisinden çok daha cazip bulmaktalar.)
* * *
Sistemlendirilmiş bir sanat olarak astroloji, Batlamyus dönemi Mısır'ında zuhur etti; fakat onun kozmolojik sembolizmi insanlık tarihin şafağına kadar geri gider ve her çağdaki çeşitli medeniyetlerin tarihi kayıtlarında yer alır. Gerçekte astrolojinin İslam medeniyetiyle ve özellikle de astrolojinin gelecekteki olayları bilme teşebbüsü ve İslam'ın ilahi iradeye atfettiği mutlak kudret arasındaki apaçık zahiri farklılıklara rağmen İslam batıniliğinin belirli yönleriyle bütünleşmesini sağlayan astrolojinin yapısındaki bu temelli sembolizm idi.
İslam tarihi boyunca kelamcılar ve fakihler astrolojiye karşı olmayı sürdürdü ve aynı ısrarla astroloji popüler seviye yanı sıra ünlü astronomlar ve hatta büyük arifler arasında gelişmeye devam etti.
Diğer bütün geleneksel ilimler gibi astrolojinin de dayandığı metafizik temellerin kaybedilmesiyle günümüzde bu sanat kelimenin gerçek anlamıyla tam bir hurafeye dönüşmüştür. Fakat İslam'ın geleneksel evreninde bir kimse için Biruni ve Nasireddin Tusi seviyesinde sıkı bir matematikçi olmak ve aynı zamanda astroloji üzerine bir risale kaleme almak mümkündü, böyle bir şey hiçbir şekilde çelişki oluşturmaz, ikiyüzlülük sayılmazdı. Modern insanın -ki buna modernleşmiş Müslüman da dâhildir- gurur duyduğu gerçekliğin bölük pörçük kavranış tarzını tarihin sayfalarını geriye çevirip geçmiş dönemlerde aramak büyük bir hata olacaktır.
Geleneksel Müslümanın içinde kendini bulduğu alem, hem astronominin matematiksel yönlerinin hem de astrolojinin sembolik yönlerinin birlikte ve sık sık da tek bir astronom yahut filozofun zihninde bir arada yaşamasını mümkün kılacak kadar genişti.
İslam astrolojisinin kaynakları çok tanınmış Grek eserleridir. Bunlar arasında Sidonlu Drotheus, Batlamyus, Antiochus, Vetius Valens ve Teukros gibi isimlerin eserleri yanı sıra aynı Grekçe metinlerin ve Hint Astrolojisi eserlerinin Pehlevice'ye sık sık yapılmış tercümelerinden oluşan Sasani yazıları bulunmaktadır. Müslüman astrologlar bu eserlerin sunduklarından daha fazla bilgi birikimine ulaştılar ve malzemelerini derlemede seleflerinden daha kesin usuller kullandılar. Fakat Müslümanlar arasında astrolojinin branşları Grekler ve eski İranlıların arasında ele alınan branşlarla aynıdır.
Bu branşlar gelecekteki hadisleri ve müesseselerin geleceğini önceden tahmin etmekle uğraşan ahkam astrolojisi, fertlerin zayiçesiyle uğraşan genetik astroloji ve astrolojinin kozmolojik vechesinden oluşmaktadır. Çoğu Müslüman düşünür astrolojinin yalnızca kozmolojik vechesiyle ilgilendi; buna mukabil astrolojiyle de uğraşan astronomlar sık sık fertlerin zayiçelerini tespit ve gelecekteki olayları haber vermek hususunda tereddütlerini belirtmişlerdi.
Hiç kuşkusuz özellikle sultan ve vezir gibi önemli tarihi şahsiyetler için zayiçeler tertip edilmişti; hatta insanlığın astrolojik tarihi bile yazılmıştı; bunlar arasında en çok tanınmışları hem Batı'da hem de İslam dünyasında ortaçağ astrologlarının en tanınmışları olan Maşallah ve Ebu Ma'şer el-Belhi'nin eserleriydi. Müslüman astronomlar hükümdarların astrolojiye duydukları özel ilgiyi de bu ilmin ilerlemesinde avantaj olarak kullandılar. Bunun açık örneklerini Gazneli Mahmud karşısında Biruni, Hülagu?nun karşısında Nasireddin Tusi teşkil ederler.
Bir taraftan gökle yerin izdivacı üzerine temellenmiş olan astrolojik sembolizm ve yeryüzündeki olayların seyrini belirlemede kozmik realitenin meleki yönünü inceleyen disiplin, İslam metafizik ve kozmolojisinin organik bir vechesi haline geldi. Astrolojinin bu vechesi İbn Sina, Sühreverdi ve hatta Eş'ari kelamcısı Fahreddin Razi gibi farklı farklı yazarların eserlerinde kendini gösterir. Öte taraftan halk astrolojisi, kimilerinin gelecek hakkındaki endişelerini yatıştırmaya vesile teşkil etmek üzere öteki "kehanet" sanatlarıyla birleşti.
Bu gelişmelerde astroloji üç branşa bölünmüş olacaktı: gaipteki birinin hayatı ve faaliyetleriyle ilgili meseleler (mesail), hayat içinde önemi haiz bir işe kalkışırken en uygun zamanı seçmek (ihtiyarat) ve üçüncü olarak bir kimsenin geleceğini haber vermek.
Dini otoritelerin astrolojinin kehanet yönüne olan muhalefetine rağmen, bu ilim yüzyıllar boyu İslam medeniyetinin her köşe ve bucağında uygulandı. Birçok önemli astronomi risalesinin kendilerine iliştirilmiş astrolojik bölümleri vardır; Arapça, Farsça, Türkçe ve öteki Müslüman dillerinde yazılmış birçok sayfa, insanın yeryüzü hayatı ile göksel etkiler arasındaki karşılıklı ilişkiye ayrılmıştır. Fakat en yüksek seviyede yani metafizik ve gnostik eserlerde astrolojinin güçlü sembolizmi İslam batın ilmiyle mükemmel şekilde bütünleşmiştir. Bu eserlerde kendi sembolik vechesi yönünden astroloji, insanın kendi kozmik boyutunu yeniden keşfettiği ve kendi meleki ve melekuti hakikatinin bilincine vardığı, ayrıca bu hakikatin, yeryüzüne ait varlığı üzerindeki etkilerini tefrik ettiği bir vesile görünümündedir. Buna, insanın karşı karşıya olduğu hem kâinatın ötesinde hem de kendi varlığın merkezinde yer alan kozmosötesi Hakikat ile olan doğrudan ilişkisini hiçbir surette tahrip etmeden ve zayıf düşürmeden ulaşılmıştı.”

Deccal nedir?


Deccal, İslam dinine göre ahir zamanda, Mesih'in ikinci kez yeryüzene gelmesinden önce insanlığın dini inançlarını kullanıp saptırarak kötülüğe ve sapkınlığa yönelteceğine inanılan şeytanı temsil eden insandır... Alnının ortasında sadece müslümanların görebileceği kefere (kafir) yazısı vardır. Kendisini peygamber olarak tanıtacak ve dünya ya fitne yayacak olan kişidir. Onun ölümü yalnız İsa tarafından olacaktır ve kıyametin 6. alametidirdeccal
Deccal ahir zamanda (dünyanın son devirlerinde) ortaya çıkacak en büyük negatif gücün adıdır. Hadislerde genelde bir kişilik olarak tasvir edilmektedir, ancak bu bir kişi olabileceği gibi, şiddete ve vahşete eğilimli, şeytani özelliklere sahip ve insanlara zulmeden bir ideoloji de olabilir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde de Deccaliyet bu yönü ile ele alınacak, tüm dünyaya etki eden sapkın bir fikir akımı olduğu gösterilecektir. Bu fikir akımı, adeta bir büyü gibi kitlelere etki eden, tüm saçmalığına ve yanlışlığına rağmen takipçileri olan ve hatta kendi içinde çeşitli mezhepleri bulunan bir akımdır.
Bu akımın, kendi çarpık ideolojisini dünyaya hakim kılmak için, insanları korku ve tedirginliğe iterek karmaşa ve anarşi meydana getirmesi, yeryüzünde huzur ve güvenlik bırakmaması, kitapta üzerinde durulacak bir diğer önemli konudur. Söz konusu akımın, hedefine ulaşmak için en yoğun şekilde kullandığı yöntemlerden biri, savunmasız insanlara yönelik olan şiddet ve terör eylemleridir. Diğer bir deyişle terör, Deccal sisteminin en önemli aracıdır. Bu araç, Deccal sisteminin takipçileri tarafından adeta bir ayin şeklinde, yani büyük bir histeri ve feveran içinde kullanılır.
Bugün halen dünyanın çeşitli bölgelerinde devam eden savaşlar, çatışmalar, kanlı terör eylemleri, vahşi katliamlar, cinayetler ve soykırımlar, ahir zamanın en önemli şeytani gücü olan Deccal'in eseridir. Bu sistemin ana hedefi, insanları imandan, güzel ahlaktan, manevi derinlikten, sevgiden, şefkatten ve tüm insani meziyetlerden uzaklaştırıp, onları sevgisiz, saldırgan, vahşetten ve şiddetten zevk alan vahşi birer hayvan haline getirmek ve bu şekilde dünyayı kanlı bir arenaya çevirebilmektir. Ancak bu planın hiçbir zaman galip gelemeyeceği ve Deccal'in sisteminin mutlaka yok olacağı asla unutulmamalıdır. Oluşturduğu kaosun ve meydana getirdiği fitnenin boyutları her ne olursa olsun, Deccal'in fikir sistemi, hak olmayan tüm diğer fikir akımları gibi Allah'ın bir kanunu gereği yenilmeye ve yok olmaya mahkumdur. Ve bu yenilgi, Allah'ın izni ile, ihlasla Allah'a yönelen ve yeryüzünde imanın ve güzel ahlakın yayılması için çaba gösterenlerin yaptıkları fikri mücadele ile gerçekleşecektir. Bu, Allah'ın iman edenlere bir vaadidir. Bir Kuran ayetinde, hakkın ortaya konmasının, batılı yok edeceği şöyle haber verilir:
De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81)


Kaynak: http://deccal.nedir.com/#ixzz2bpKVUbWu

Sübyanlık diye bir şey var mıdır? Hamile bayanların sübyan muskası yaptırması caiz midir?


"Sübyan" kelimesi çocuklar anlamına gelir. Subyanlık -daha doğrusu ümmü subyan- ise, çocuklara bir çeşit cinlerin musallat olma hastalığıdır.

Şuna dikkat etmek gerekir ki, eskiden tıp bilimi gelişmemiş olduğundan, çocuklarda meydana gelen bazı psikolojik veya biyolojik rahatsızlıkları da rahatlıkla sübyan olarak adlandırabiliyorlardı.

Bizce, şekli ne olursa olsun çocuk rahatsızlığında, önce mutlaka bir çocuk uzmanı doktora göstermek gerekir. İcap ederse, daha sonra bir psikiyatriste götürmek lazımdır. Çünkü, diğer metotlarda çok suiistimaller olur, teşhislerin büyük çoğunluğu -tecrübeler göstermiş ki- yanlıştır. Örneğin çocuğun kusması, ağzından salyanın akması bu hastalığın belirtisi olarak kabul edilmektedir.(bk. Er-Rahmetu fi’t-Tbbi ve’l-Hikme, s.249). Halbuki bu günkü tıpta, bunlar çok daha farklı olarak değerlendirilmektedir.
Muska konusuna gelince:

"Muska" kelimesi bazı hastalıkları, kötülükleri ve nazarı uzaklaştırmak için boyna asılan veya üstte taşınan yazılı kağıt; üç köşeli şekilde katlanmış şey; üç köşeli bir nüsha manalarında kullanılır.

Muska kelimesinin aslı "nüsha"dır. Arapça "nüsha"dan Türkçeye bu şekilde, değişerek geçmiştir. Buna Kuzey Afrika'da "hurz", Doğu Arabistan'da"hamaya", "hafiz" yahut fa "maâza", Türkiye'de "muska", "nusha" veya"hamail" denir. Hadis ve fıkıh kitaplarında, "rukye" olarak geçmektedir.

Muska, genellikle olası bir hastalıktan korunmak veya tedavî amacıyle yazılarak taşınır. Çoğunlukla üçgen biçiminde meşin, teneke, gümüş ve altın kalplar içine konarak boyna asılır ya da kola takılır. Dört köşeli veya kalp biçiminde kaplara da konan hamail, bütün İslâm dünyasında yaygın biçimde kullanılmaktadır.

Muskalara yalnızca sûre, ayet, hadis veya bir dua yazıldığı gibi, Allah'ın, meleklerin, efsanevî kişilerin adları, anlaşılmaz tılsımlı sözler, simgeler, yıldız işaretleri, rakamlar, rumuz ve işaretler, insan ve hayvan resimleri ile garip harf şekilleri de yazılıp çizilmiştir. Sûre, ayet, hadis ve duanın yazıldığı muskalar İslâm dönemine; diğerleri ise, İslâm'dan önceki batıl inanç ve hurâfelere aittir.

Müslümanlar arasında muskalara 113. sûre olan Felak, 114. sûre olan Nâs, Yasin, Fâtiha süreleri, Âyetü'l-Kürsi (2/256), Âyetü'l-Arş (9/129), diğer çeşitli ayet, hadis ve dualar yazılır.

İslâm fıkhı âlimleri, zararı gideren şeyleri üçe ayırmışlardır: Birincisi, açlık için ekmek yemek ve susuzluk için su içmek gibi kesin olanlarıdır. İkincisi, tıbbî tedâvilerin bir kısmı gibi muhtemel (maznûn) olanlardır ve üçüncüsü de, okuyarak tedâvi gibi, etkisi ihtimalli olanlardır. Zararı gidereceği kesin olan şeyi kullanmak farz ve onu terketmek haramdır. Muhtemel olanı yapmak iyidir. Ancak onu terketmek haram değildir. Üçüncü türünü yapmak da caizdir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul 1970, IX, 6395 vd.).

Dolayısıyle İslâm'a göre nazar, korku ve benzeri bazı psikolojik hastalıklar için sûre, ayet, hadis ve duaları okumak ve yazıp bir yere asmak caiz kabul edilmiştir.

Her şeyden önce İslâm dini, insan sıhhâtinin korunmasına ve hastalandığı zaman tedâvî görmesine son derece önem vermiştir. Ebu Hureyre, İbn Abbâs ve İbn Mesûd'tan rivâyet edildiğine göre, birisi Hz. Peygamber (asm)'in huzuruna gelerek,"Ya Rasûlallah, gerektiğinde tedâvi olalım mı?" diye sormuş. Hz. Peygamber (asm) bu soru üzerine:
"Ey Allah'ın kulları tedâvi olunuz. Yüce Allah ihtiyarlığın dışındaki her hastalığın şifâsını da yaratmış." diye buyurmuştur. (Buhârî, Tıb, 1; et-Tirmizî, Tıb, 2)
Ebu Sâîd kanalıyla rivâyet edilen bir hadiste, Hz. Peygamber (asm)'in Muavvizeteyn* (Felak ve Nas) sûreleri nazil oluncaya kadar, insan ve cinlerin nazarlarından Allah'a sığındığı açıklanmaktadır (et-Tirmizî, Tıb, 16; İbn Mace, Tıb, 33).

Hasta olan bir insanın dua etmesi ve okuması câiz olduğu gibi, salih kimselere bunu yaptırmak da câizdir. Hz. Aişe (r.anha)'dan şöyle rivâyet edilmiştir:
Hz. Peygamber (asm) hasta olan akrabalarının üzerine okuyarak sağ eliyle onları sıvazlar ve şöyle derdi: "Ey Allah'ım, ey insanların Rabb'ı, şu hastalığı götür, şifâ ver, şifâ veren Sensin. Senin vereceğin şifâdan başka şifâ yoktur. Hastalığı ortadan kaldıracak bir şifâ ver."(İbn Mace, Tıb, 35, 36).
Bu ve benzeri rivâyetlere göre, okuma ve yazma sûreti ile tedâvî caizdir. Ancak bunun için bazı şartlar vardır. Bu şartları şöyle sıralamamız mümkündür:
1. Okunan ve yazılan şey sûre, ayet, hadis veya manası anlaşılan dua olacak.

2. Manası bilinmeyen bir takım isim, harf, resim ve işâretler kullanılmayacak.

3. Tıbbi tedâvide olduğu gibi, burada da şifâ verenin yalnız Allah olduğuna inanılacak; O'ndan başkasından hiç bir şey umulmayacaktır.

4. Sevdirmek veya nefret ettirmek gibi, tedâvi ile alakası olmayan şeyler için yapılmayacaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, IX, 6397).

Dikkat edilecek diğer bir husus da muska yazarken veya yazdırırken, İslâm'a muhalif olan her şeyden uzak durmak gerekir. Ölçü İslâm ve niyet Allah'ın rızası olmalıdır.

Âlimlerin çoğunluğu, okuma veya yazma yolu ile tedâviden ücret almayı câiz görmüş, bunu haram kabul etmemişlerdir (et-Tirmizî, Tıb, 20; el-Aynî, Umdetu'l-Kari, V, 647). Ancak bunu istismar etmemek gerekir.

Yukarıdaki şartlara uygun olarak yazılan muskaları kullanmak ve taşımak caizdir. İslâm dini açısından herhangi bir sakıncası yoktur; fakat bu şartlara aykırı olarak yazılan ve taşınan muskalar, Allah'a ortak koşma (şirk) anlamına gelebileceğinden, kesinlikle yasaklanmış, haram kabul edilmiştir.